26 Mart 2012 Pazartesi

Kesit 1 - Tren istasyonu

Tahran'da büyüdük biz. Orada tanıştık daha 11 yaşında. Aynı okulda idik. 4 sene devam eden bir eğitim kurumu. Aynı sınıf. Düşünün 28 yaşındayım şimdi. 11 yaşımda girmiş hayatıma bu kadın. 16'mızda gezmeye, 17'mizde çıkmaya başlamışız. 18'de öpüşmeye, 19'da sevişmeye. Öyle çok sevdim ki onu anlatamam size. Tahran'da 4 sene süren bu eğitim kurumundan sonra okullar ayrıldı. 3 sene süren diğer okullara devam ederken başladık sevgili olmaya. Bu kesit hem bir özet gibi oldu istemeden, hem de ilk kesit için bir girizgah. Neyse...

Kesit 1'de küçüğüz. Tahran'da tren istasyonunda geçiyor. İnsanın zihninde oluşan ama gerçekte olmayan görüntülere, seslere ve bunların etkisiyle süre gelen uykusuz, uyuyunca da  kabus dolu geçen gecelere o günden sonra aşina oldum. Özetle o günden sonra başladım kafayı sıyırmaya. İlk tartışmamız belki daha. Sanki dünyanın sonu aq. Bilseydik o an ilerde bu kadar seviyesiz ve alçakça kavgalar edeceğimizi neler hissederdik acaba? Ama bilmiyorduk, ilk ciddi anlaşmazlığımızda ve kavgaya dönüşen tartışmamızda dünyamız kararmıştı resmen. Şimdi düşünüyorum da herşey ne kadar barizmiş oysa. Sen ne kadar mantıklı, sebep-sonuç ilişkisine dayanan şekilde anlatsan da, sırf inat uğruna, sırf kompleksleri uğruna, ezikliğinden ama daha önemlisi iktidar tutkusundan dolayı, kendi içerisinde bile tutarsız bir çok düşünceyi hayata geçiren bir kadın.

Olay mı? Hatırlamak isteyen kim? Ama ne dedin? Buraya yazmanın amacı bu, zorla hatırlamak, sürekli zihinde tutmak. Hayal kurardık biz o zamanlar, kızımız olsun derdik hep, oldu sonra, bir kızımız bir de oğlumuz. O günlerde, daha çocukken yani, şarkılarımız vardı bir sürü. Birisi de "kızımız olacaktı" şarkısıydı. Neyse, tartışmışız işte bu "mantıksızda diretme sevdası", "ben dediysem eğer, mümkünse olmasın" fantezisi yüzünden, baya bildiğin ayrılıyoruz. 6 ay olmuş daha, şimdinin çook uzun, o zamanların kısacık zaman aralıklarından biri. yürüyoruz istasyona doğru. Ayrılıyoruz. Benim atkım düşüyor yere, siklemiyorum. Meğer almış arkamdan atkıyı. Maddecilik emareleri kendini belli ediyor o günlerde daha ama benim gözler sımsıkı kapalı tabi. Derken uzaklaşmış benden, ben uçmuşum, bomboş, amaçsız, hiçbirşey hissetmeden yürümüşüm tren raylarını takip ederek, yürümüşüm diyorum çünkü gerçekten hatırlamıyorum o noktaya kadar nasıl geldiğimi. Aklımda tek bir düşünce var ve inanılmaz kararlıyım. 6 ay da olsa henüz, ben bu haksızlığa tahammül edemiyorum, geleceğin sinyalleri aslında o sırada gelenler. O an az sonra yazacaklarım olmasa, tertemiz öleceğim. Yaşanacak hayal kırıklıklarının bir habercisi o gün hissettiklerim. O kadar sevmişim ki, hayatımı öylesine ona vermişim ki, böyle bir adilik nasıl olur? Hazmedemiyorum, hissediyorum ve yavaş yavaş o an algılamaya başlıyorum; bu hırs, kibir ve iktidar manyağı insanın bana neler yapabileceğini? O yüzden görüş alanıma girecek ilk tren benim kurtarıcım olacak, bunu öyle derinden hissediyorum ki, o an kendi bilincimin devreye girme şansı hiç yok.

Doğaüstü olaylara inanır mısınız? Belki halüsünasyon, belki kızımız olsun diye bir yerlerden yapılan acil bir müdahale. Tren yaklaşıyor, demirlere kulağımı dayamışım, sıkıntı yok, aniden olacak, ayıp olacak biraz ama tüm bunları sonradan düşündüm hep, o an devre dışı tüm duyular. Ölüme yürüyorum bahtiyarca. Ruhum sabırsız. Gülücükler saçmaya başlıyor sanki birdenbire, beklenmeyen bir zafer kazanmışçasına kalbim. Lakin bunu yüzüme yansıtacak kadar işlemiyor sinir sistemim. Bu zirve anında işte... Tam o noktada onun sesi, çınlıyor kulaklarımda, dönüyorum arkama, sağıma soluma, Sadece çığlık atıyor, çok belli birilerinin saldırdığı, ıssız yerler oralar, ve de kötü yerler. Oraya benimle girdiyse benimle çıkmalıydı, yoksa olabilecek hiç bir şey imkansız kategorisinde sayılmazdı. Öyle bir yerdi orası ve o kadar insanlıktan nasiplenmemiş erkek yaşıyordu Tahran'da. Tüm bunlar 1 saniyeden kısa bir sürede ama zorlayarak geçmeye başladı zihnimden. Çığlıklar kesilmiyor, bilakis artıyordu. Ne tarafa koşmalıydım, geldiğim taraf sanki yolu uzatacaktı, sesin geldiği yönü düşündüğümde. Sadece koşmaya başladım, hıçkırarak, "kızımız olacaktı" diyerek, "sen bunu haketmedin, aşkımız bunu haketmedi" diyerek. Uzun süre koştum. Artık ses gelmiyordu, içimdeki endişe ve üzüntü yerini hırsa ve öfkeye bırakmaya başladı, düşünceler de hıçkıra hıçkıra "orospu çocuklarıııı" çığlıklarına, böyle olmamalıydı. Yalnız bırakmıştım en bırakılmaması gereken yerde, tüm ağır duygular omuzlarımdaydı, üst üste. Vicdan azabı da çoktan almıştı yerini. Koştum, koştum, döndüm durdum, sordum insanlara, tarif ettim onu, çok uzaklaşmış olabilir miydi ki? Zaman kavramı tamamiyle yok olmuştu zaten. Kim bilir ne kadar geçmişti ayrılalı, bunu kavramak imkansızdı o an. Telefon çalmaya başlamış sonra. Ceketimin cebinde uzun uzun çaldı ben fark edene kadar. Hem o anın ağırlığı etkiliydi fark edemeyişimde hem de cep telefonu kullanmıyor oluşum. Evet, benim cep telefonum yoktu aslında. Neydi bu çalan o zaman. Bende kalmış bir telefon çalıyor cebimde, arkadaşımın telefonu, yılan oynamak için almışım. Açıyorum, bişeyler söylüyorlar, algılayamıyorum, "o" burada diyorlar. Meğer benim okuluma gitmiş o kadın, Mohammedi kötü durumda ona yardım edin demiş arkadaşlara. Nasıl yani diyorum, orada mı şu anda? Kavrıyorum çok zor da olsa. Ağlamış orada, her zamanki gibi benden uzakta ağlamayı tercih etmiş, safi gurur çünkü, maazallah ezik duruma düşer filan benim yanımda. Arkadaşlarıma gitmiş yine. Kendime geliyorum yavaş yavaş ama 3-4 sene sürüyor tren sesine tahammül edemeyişim. O gün başlıyor işte delirme sürecim. Hayatımı aldın be kadın Allah belanı versin senin, nasıl sevdim ben seni bu kadar, kafamı sikeyim....

"siken kadın" nedir?

Burada nacizane hayatımı siken kadını anlatacağım, onun uğruna harcadığım hayatımı, yaşadıklarımı, acılarımı, sevinçlerimi, aşkımı, meleklerimi, pişmanlıklarımı yazacağım. Kesitler bulacaksınız. Bir adamın çöküşünü, adım adım eriyişini, tükenişini içerecek burası. Girdiğim kesitler kronolojik olamayacak maalesef. Bu o kadar mümkün değil, dile kolay son 11 senemi yazacağım. Aklıma geldikçe yazacağım çünkü. Tek amacı olacak, hatırlamak, hatırladıkça yazacağım. Tarihe not düşmek için sırf, ne okunma kaygısı, ne paylaşma, ne ders verme. Sadece hatırlamak için. İnsanın bünyesi unutmaya programlı çünkü. Yoksa dayanamazsın diyor sana içindeki. Zaman her şeyin ilacı dedikleri bu aslında. Bi sikimin ilacı filan değil de sadece sürekli zihinde tutarak yaşayamayacağın için unutuyorsun. Unutmamak gerek, aksiyona geçmeyecek bile olsan, hep gözünün önünde olmalı her şey...